Huzursuzluk...
Kitabı bitirip huzursuzca tüm insanlığı ve insanın insana yaptığı zulmü sorgulamaya hazır olun.
Hikaye Mezopotamya'nın incisi Mardin'de geçiyor. İstanbul'a eğitim için giden ve orada gazetecilik yapan İbrahim bir 3.sayfa haberinde Mardin'li Hüseyin Yılmaz'ın Amerika'da islam karşıtı bir grup tarafından öldürüldüğünü okuyor. Sessiz, sakin, kendi halinde olan çocukluk arkadaşının öldürülme hikayesini merak eden gazeteci İbrahim, doğduğu büyüdüğü çocukluğunun geçtiği topraklara çocukluk arkadaşının cenazesine gidiyor ve Hüseyin'in hikayesini araştırıyor.
İbrahim çocukluk anıları ile Mardin sokaklarında gezip geçmişe yolculuk yaparken, yaşantısının çok değiştiği büyük şehirde farkında olmadan geçmişine duyduğu özlemi hissediyor. Zihninde canlanan anılarındaki arkadaşı Hüseyin; hep dini bütün, inançlı, kimseye zarar vermeyen, çevresinde bulunan insanlara yardım etmeyi seven iyi bir çocuktu.
Yardım sever çocukluk arkadaşı Hüseyin büyüdüğünde de değişmemişti. Mardin'de bulunan göçmen kamplarına yardım etmek için sık sık ziyarete giden Hüseyin'in, Ezidi göçmen kampında yaşayan Ezidi kızı Meleknaz ile tanışmasıyla hayatı bir anda değişmişti.
Ezidilerin İŞİD tarafından gördüğü zulmü anlatan hikaye tüyler ürperten satırlar ile dolu. Ezidi çocukların ve ailelerinin yaşadığı dram, çocuk yaşta tecavüzlere uğrayan masum yavrular, içinizi parçalayacak öyküler ile karşı karşıya kaldığınız bir hikaye...
Kitap bir solukta bitiyor ama göğsünüzde bıraktığı o yumruk hissi, ağırlığı hiç geçmiyor.
Ortadoğu’nun tarihinde var olan kanın nereden geldiğini anlattığı kısa paragraftan daha iyi bir anlatım ne duydum ne de okudum.
"Harese nedir bilir misin oğlum? Arapça eski bir kelimedir. Bildiğin o hırs, haris, ihtiras, muhteris sözleri buradan türemiştir. Harese şudur evladım: Develere çöl gemileri derler bilirsin, bu mübarek hayvan üç hafta yemeden içmeden, aç susuz çölde yürür de yürür; o kadar dayanıklıdır yani. Ama bunların çölde çok sevdikleri bir diken vardır. Gördükleri yerde o dikeni koparır çiğnemeye başlarlar. Keskin diken devenin ağzında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar. Tuzlu kan dikenle karışınca bu tat devenin daha çok hoşuna gider. Böylece yedikçe kanar, kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz ve engel olunmazsa kan kaybından ölür deve. Bunun adı haresedir. Demin de söyledim, hırs, ihtiras, haris gibi kelimeler buradan gelir. Bütün Ortadoğu’nun âdeti budur oğlum, tarih boyunca birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kanının tadından sarhoş olur."
İnsanlığımızı sorguladığımız, insanın insana yaptığı zulmü okuduğumuz bu hikaye sarsıcı satırlarla dolu...
"Zilan’la konuştuktan sonra gözüme her şey
saçma sapan görünmeye başladı. Bir şeyler yapıyorum, yürüyorum,
konuşuyorum, yemek yiyorum yani her zaman yaptığım işleri sürdürüyorum
ama nasıl anlatsam, bir boşluk duygusu içinde. Sanki içimde derin bir hiçlik var.
(…) İnsanları pençesine almış, çöl hecinleri gibi hepimizin ağzını kan
içinde bırakan ‘ harese’den kurtulmak için yazıyorum ve zaman zaman
kendimi şu sözü tekrarlarken yakalıyorum: ‘Ben bir insandım!’”
Sevgili Livaneli son olarak bizim ayıp olarak öğrendiğimiz artık ülkemizde çok olağan hale getirilmiş, göstere göstere yardım adı altında yapılan merhamet sömürüsünü kitapta çok güzel ifade etmiş.
"Merhamet istemiyorum, hiç kimsenin acımasına ihtiyacım yok, merhamet
de zulmün bir parçası; ne bana acıyın ne de çocuğuma. Merhamet zulmün
merhemi olamaz!”
Dipnot : Kitabın diğer bir kahramanı "Mezopotamya'nın incisi Mardin". Görür görmez aşık olduğum şehri tekrar görmek için sabırsızlandım.
M.
Huzursuzluk
Zülfü LİVANELİ
Doğan Kitap, 160 sayfa, 2017