14 Haziran 2013 Cuma

PAULO COELHO "BİR SAVAŞÇININ YAŞAMI", Fernando Morais

Başlangıçta kitap biraz sıkıcı geldi. Yine de okumaya devam ettim. Ardından istediğim akıcılığı kısa bir süreliğine buldum. Fakat devamı bir türlü gelemedi. En son pes ettim, içim acıyarak. Çünkü 300 sayfa okuduğum kitabı bitirmeye az kalmıştı ama ne elim gidiyordu kitaba ne de canım okumak istiyordu. Maalesef, bana hitap etmeyen ve monoton bir kitap...  

Yine zıt fikirdeyiz E.  :)

S.

Paulo Coelho "Bir Savaşçının Yaşamı" Fernando Morais
Çeviri: Samim Sakacı
Can Yayınları, 2011, 517 sayfa

GÖLGE HIRSIZI, Marc Levy

Bir elimde şimdiye kadar yaptığım en güzel sütlaç, diğerinde Marc Levy'nin beni yine yeniden büyülediği Gölge Hırsızı.. Tadına doyum yok her ikisinin de:) Keyfim yerinde. Bir solukta bitirmek istiyorum kitabı, ama aynı zamanda da bitmesin istiyorum. Uzayıp gitsin bu tat.

Hayal gücü çok etkileyici. Yazarın bu yönüne aşık oluyorsunuz. Kitapta anlatılan mekanlar hala gözümün önünde. Takılı kaldım...

Anlaşıldığı gibi büyük keyifle okudum kitabı. E.'ye teşekkürler. Sayesinde okudum. Tabi D&R'a da 5 TL'lik kitapların arasında koyduğu için teşekkürler. 

Arka kapağını E.'nin tavsiyesiyle okumadım ve iyiki de okumamışım! Kitap bittikten sonra okuyunca böyle bir yazı koydukları için dumur oluyorsunuz.

iyi okumalar ve iyi keyifler...

S.

Gölge Hırsızı
Marc LEVY
Çeviri: Ayça SEZEN
Can Yayınları, 2011, 211 sayfa

UÇURTMA AVCISI, Khaled Hosseini

Bazı kitapları siz almazsınız, onlar size gelir. Nereden ve ne şekilde aldığımı bilmiyorum ama Uçurtma avcısını almış koymuşum kitaplığıma. Okunmak için önündeki onlarca kitabın bitmesini bekliyordu. Çok sevdiğim bir aile dostumuzun hastalığını öğrenince ziyarete giderken eli boş gitmek istemedim ve bunu götürdüm. Söz konusu olan kişi bana kitap sevgisini aşılayan insandı ve ben bu kitabı okurken kendisini kaybettik.

Sevgili S. bir sabah -tam da yanıma kitap almayı ihmal ettiğim bir sabah- elinde Uçurtma Avcısı ile çıkageldi. Ona da hediye edilmiş ve elinde aynı kitaptan iki tane olmuştu. Sağ olsun benimle paylaştı...
O gün başladığım kitabı soluksuz okudum. Kitap beni tam anlamıyla "dağıttı". Kurgusu, hikayesi, anlatımı... Her şeyden öte hikayenin gerçek olma ihtimalinin büyüklüğü beni sarstı.
Burnumu çeke çeke ağlayarak okuduğum kitaplar sıralamasında ön sıralarda.

E.



Uçurtma Avcısı
Khaled Hosseini
Everest Yayınları, 440 sayfa, 2011
Çeviri: Püren Özgören

PİRAYE, Canan Tan

Bu başımıza ilk defa geliyor. İlk defa S. ve ben bir kitap hakkında çok zıt kutuplarda düşünüyoruz. İlk satırdan başlayarak çelişiyoruz. Piraye... Bugüne kadar okuduğum en "karaktersiz" roman karakteri. Romanın hemen ilk başlarında gözüme batan ve beni çok rahatsız eden bir ayrıntı var. Piraye'nin annesi ve babasının "örnek" evliliklerinde, anne çocuklarına neden Hatice ve Piraye isimlerinin koyulduğunun açıklamasını yapmıyor, yapamıyor.İsminin hatırası olan bir insan olarak bu gereksiz detayı çok garipsedim.Romanın devamında da aynı özensizliği hissettim her an.
Ankara'nın doğusunda doğmuş ve büyümüş bir insan olarak öncelikle konuyu çok sığ buldum. Üstünkörü anlatılmış hemen her şey. Bir Serap hikayesi var ki romanda akıllara ziyan. İlginçlik olsun diye düşünülmüş sanıyorum. Roman boyunca gerçekte bilmek istediklerimiz gelişi güzel anlatılırken, komşunun kumalık ilişkisi gibi saçma detaylarla kenar süsü yapılmış. Fırtınalı bir ilişki, bir evlilik romanda anlatılan. Ancak bir tek satırında bile "Allah'ım ne büyük bir aşk, kız oğlanı gerçekten seviyordu ve rüzgarına kapılıp sürüklendi" diyebileceğimiz bir ayrıntı yok. Evlendikleri ilk zaman bile Piraye'nin eşini sevip sevmediğinden emin değiliz. Sanıyorum Piraye içinde yaşamış olacak ki bu "büyük" aşkı biz okuyuculara hissettirmiyor.
Roman boyunca "bunu niye yaptı şimdi? ne saçma?" demekten kendimi alamadım.
Böyle bir hayat hikayesi elbette vardır. Hikaye olarak ilginç bile sayılabilir bir çok insan için.
Benim doğduğum topraklarda yüzlercesi var. Benim sorunum daha çok anlatımla ilgili sanıyorum. Çok satar bir roman yazmak için bütün detaylar var. Belki biraz da bu çeşni rahatsız etti beni. Biraz şiir katalım, bir tutam doğunun mistik ve tarihi motiflerinden, bir bilge lazım bize, biraz töre, biraz aşk, biraz arkadaşlık, biraz aile, biraz kıskançlık, biraz aile içi şiddet, biraz pişmanlık, biraz dram -kısırlık,kumalık,mutsuz evlilik, hastalık...-, biraz tesadüf.
Her şeyden biraz... Suya sabuna dokunmadan derinleşmeden...
Romanın en dişe dokunur yanı -ki bence gücünü de oradan alıyor- ilk bölümlerde aralara serpiştirilmiş bol Nazım dizeleri... Yazar da sona eklediği notta hakkını teslim ediyor zaten.
Biliyorum biraz haddimi aşmış olabilirim ancak yaşadığım hayal kırıklığının yanında anlattıklarım hiç kalır.
Beklentimin yüksekliğinde yazarın okuduğum ilk romanı "İz"in etkisi kadar, S.'nin büyük beğenisinin de payı var.
Sonuç olarak okunmaz bir roman mı? Hayır. Tavsiye eder miyim? Hayır.
Hani çerez niyetine canınız sıkılırsa, kafa dağıtmak isterseniz, çabucak bitsin derseniz... Neden olmasın?

E.




Piraye
Canan TAN
Altın Kitaplar, 2011 (17. basım), 395 sayfa

KEŞKE GERÇEK OLSA, Marc Levy

Marc Levy ile nasıl tanıştığımı daha önce anlatmıştım. Bu kitabını da diğerleri gibi bir günde okuduğumu söylemeliyim. Büyüklere masallar diye bir derleme yapılsa bu kitap sanırım ilk sıralarda yer alır. İçinde olmak isteyeceğiniz türde bir masal. Aşk, heyecan, dostluk, macera, romantizm hem de öyle böyle değil… Ne ararsanız bir masalda, hepsini harmanlamış güzel bir roman yazmış Marc Levy.
Kitap bittiğinde henüz elimde olmayan devam kitabını okumak için çok sabırsızlandım. İnsanda “böyle bitemez, böyle bitmemeli” dedirten bir duygu uyandırıyor kitabın sonu. Aslında bir romanı okumaya başlarken devam kitabı da olduğunu bilmek kötü. Bir şekilde hikâyenin öyle bitmediğini anlıyorsunuz ister istemez. Ancak yazarın anlatımı o kadar kuvvetli ki, kitabın bitimine 10 sayfa kala minik bir oyun yapıyor okuyucuya, insan gözlerinden yaş akarken “yahu daha 10 sayfa var, devam kitabını da yazmış…  Ne ağlayıp duruyorsun be kadın? ” bile diyemiyor kendine. Satırlardan kopmak neredeyse imkânsız oluyor Marc Levy okurken.
S.’nin çok sevineceğini düşündüğüm bir de haberim var. Kitabı Hollywood kapmış. Babaolmak.com da yazarla tanıştığım yazıda filmden de bahsediyordu. Eşim bende önce davranıp filmi seyretti. “Seyretme hayal kırıklığına uğrarsın” diye de uyardı. Ben dün gece dayanamayıp filmi seyrettim. Belki beklentim çok düşürüldüğünden, belki de filme ‘kitabın filmi’ gözüyle bakmamak gerektiğini daha ilk sahneden kafaya koyduğumdan, ben filmi çok beğendim. Ama film kitabın filmi değil, bu bir gerçek. Hikâye Mark Levy’nin bu kitabına ait olabilir ama çok temel farklılıklar var. Üstelik kitabı zevkli ve enfes kılan bir sürü detaya filmde yer bile verilmemiş. Kitabın çok heyecanlı olan uzunca bir bölümü hiç yok bile filmde. Sonu da aynı değil. Filmi kitaptan ayrı değerlendirerek seyretmeniz mümkün olursa belki siz de benim gibi birkaç damla yaş dökebilirsiniz.

E.


Keşke Gerçek Olsa
Marc Levy
Türkçesi: Saadet Özen
Can Yayınları, 2011 (12. baskı), 208 sayfa

İZ, Canan Tan

Bu kitabı neden ve nasıl aldım hiç fikrim yok. Benim için fazla "çok satan". Her halde 13 yaşında babasını kaybedince insan, "başkaları neler hissetmiş?" diye merak etmekten kendini alamıyor. Kitabı okudukça beni kitaba ne çekmiş anlamakta gecikmedim. Benim için "dip delen" derler. Sonucunda acıtacak bir şey çıksa bile -hatta bilhassa öyle zamanlarda- dibine kadar gider, gerçeği öğrenmek için debelenirim. Tuttum mu paçasından bırakmam. Açık söyleyeyim ben romanın kahramanı Verda kadar sabırlı da olamazdım.
Roman esasen bir baba-kız öyküsü ama çok ciddi detayları olan bir anne-kız  öyküsü de barındırıyor. "Göründüğü gibi olmayabilir gerçekler" sözünü aklıma mıhladı. Benim gibi affetmek konusunda kabiliyetsiz bir insana şapka çıkarttıracak unsurlar da cabası.
Romanın sonunda sizi bir sürpriz beklediği belli ama bu kadar akılcı bir sürprizi ben  beklemiyordum. Seviyorum olabilirliği olan sürprizli sonları. Kitap çekirdek gibi, bitmeden bırakamayacağınız bir roman. Öyle derin felsefi düşüncelere sürüklemedi beni ama anne-baba ile ilişkilerde kırılıp dökülmeden içinden geleni paylaşmanın faydası üstüne bir "İZ" daha bıraktı bende diyebilirim.
"Canan Tan okumaya devam eder miyim, bilmiyorum" demiştim bitirdiğimde. Kitabın sonundaki "farklı bir Canan Tan romanı" sözünü atlamışım. Şimdi ben de merak ettim.

S.'ye not: Kitabın sonunda ne kadar çok teşekkür etmiş ve kaynakça belirtmiş, değil mi? Canan Hanım hatır gönül bilen, emeğe saygılı bir insan belli ki. Okuyucularını da merakta bırakmayı sevmiyor anlaşılan. :)

E.


İZ
Canan TAN
Altın Kitaplar, 2011, 395 sayfa

BİRBİRİMİZE SÖYLEYEMEDİĞİMİZ ONCA ŞEY, Marc Levy

Sayesinde bir çok şeyi keşfettiğim bir blog yazarı var. Bu kitabı ve yazarını da kendisinin bir yazısıyla tanıdım. Tam da söylediği gibi düşünüyorum "bu kitabı anneler, babalar ve hatta çocuklar mutlaka ama mutlaka okumalı". Tavsiyelerine öyle çok güveniyorum ki sipariş verirken yazarın bir başka kitabını da söylemiştim. Seveceğimden emindim kitabı ama bu kadarını ben bile beklemiyordum. Nefes almadan okudum desem yeridir. Aynı hafta içinde yazarın 3 kitabını okuyup bitirdim.Diğer kitaplarına da geleceğiz sırayla ama bu bence okuduklarım içinde en iyisi.
Kitaptaki marjinal karakterlerin muhteşem esprileri, sürekli "acaba mı?" diye sordurtması, en ince detayına kadar planlanmış sahneler, heyecan ve tabi aşk... Film seyreder gibi okudum kitabı. Kafamda bir Julia, bir Stanley, bir Anthony Walsh tiplemesi bile var. Hani filmi bana çektirecek olurlarsa rol dağılımı hazır.
Bu kadar akıcı bir romanın insanı böyle içsel sorgulamalara sürüklemesi, suratına tokat gibi çarpması benim çok rastladığım bir durum değil açıkçası. Üstünden bir süre geçtikten sonra tekrar okunacaklar listemde ön sıralarda leziz bir kitap. Marc Levy hayal gücü ve akıcı diliyle beni kendine hayran bıraktı.


E.





Birbirimize Söyleyemediğimiz Onca Şey
Marc LEVY
Türkçesi: Ayça SEZEN
Can Yayınları, 2010, 294 sayfa

İKİ TÜRK'ÜN ÖLÜMÜ, Sıtkı Uluç

Mart 2011...  Annem elinde Hürriyet gazetesi bana bir röportaj okuyor. Sıtkı Uluç eşinin annesini anlatıyor ve bir kitaptan bahsediyor. O gün bugündür girdiğim her sahafta arıyorum. Ah bir Taksim'e yolum düşse. Neyse ki "S." var. İlk İstanbul ziyaretinde alıp, önce okuyup, sonra bana gönderiyor.
Kitabın benim için özel bir anlamı vardı şimdi çok hoş bir de "doğum günü armağanı" anısı var. 
İki bölümde değerlendirebilirim kitabı. Nilgün Kışlalı'nın yaşamının anlatıldığı ilk bölümün 52. sayfasından itibaren göz yaşlarım sel oldu diyebilirim. Sabaha karşı 4 sularında salya sümük ağlarken iki sayfa sonra kahkaha atmaya başlayınca, sevgili eşimin benim için kaygılanması da kaçınılmaz oldu. Ahmet Taner Kışlalı'nın yaşamının anlatıldığı ikinci bölüm de su gibi akıyor. Ardından demeçler veren ve bugün hala yazan-çizen takımının içinde olanların neler dedikleri o zaman da ilgilendirmemişti beni hiç. Elbette Ahmet Taner Kışlalı'yı bilmeyenler için o bölümler de gerekli olabilir. Ben o dönemde aynı kampüste hukuk okuyordum. Ahmet Hoca'nın "Siyaset Bilimi" kitabını da almış, imzalatmaya fırsat bulamamıştım. 
İkinci bölümün en can alıcı yerleri Dolunay Kışlalı'nın bize çok yansımayan çetin  mücadelesi ve eşi Sıtkı Uluç'un 12 yıl sonra hala sıcaklığını koruyan bazı değerlendirmeleri. Geçtiğimiz günlerde Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınlanan bir yazı dizisinin kitabın 10 sene kadar gerisinden gelmesi de ayrıca ilginç.
Türkiye'nin 12 yıldır hala aynı sorunların içinde debeleniyor olması ise içler acısı.
Özetle ikinci bölüm çarpıcı ama kitabı bitirme süremi uzattı. Peşinden koşmamın esas sebebi olan ilk bölüm ise enfes. Keşke basımı yenilense ve bu harika "İki Türk'ü"  daha çok insan yakından tanıyabilse.


E.

İki Türk'ün Ölümü
Sıtkı Uluç
Ümit Yayıncılık, 2001, 464 sayfa

AZ, Hakan Günday

Az sanırım çok geldi bana. Kitabı bitirdikten sonra böyle olayların gerçekten yaşanıyor olabileceğini düşünmek ürpertti beni. Hakan Günday, nasıl güzel kurgulamışsın bu kitabı! Diline ise söyleyecek söz yok; oldukça akıcı bir şekilde kaleme alınmış. Kurgu dediğim gibi çok güzel; kişiler bir şekilde hayatın bir yerinde kesişiyorlar. 
Kitabın bir yerinde 'annem' yerine 'anne' denmesinden bahsedilmiş. Bizim ailede de bu kullanım vardır. Ablama 'annem evde mi?' diye sormam mesela. 'Anne evde mi?' derim. Çünkü o sadece benim değil ablamın da annesidir mantığıyla. Hoşuma gitti bu kesişme noktamız:)
Derda, kitabın ana kahramanı. İsmin anlamına internetten baktım 'yazık, tüh vah' demekmiş. Bir çocuğun ismi böyle olunca... 
Hala 52 sayısı aklımda. Dile kolay 52!!
Hakan Günday, çok açık söyleyeyim seninle tanışmak istemiyorum! Ürperttin beni! Bu arada E.'ye de katılıyorum; kimse Hakan Günday'a laf etmesin!
Diğer kitaplarını da en yakın zamanda okunacaklar listeme alıyorum ve ben de E.'ye eşlik edip saygıyla önünde eğiliyorum. 

S.


AZ
Hakan Günday
Doğan Kitap, 2011, 355 sayfa

OLASILIKSIZ, Adam Fawer

2007 yılının Temmuz ayında bir kitapçıda beklerken elime alıp kafamı kaldırdığımda 60 sayfa okumuş halde kendime gelmiştim. Gerek popüler olan kitaplara ön yargımdan, gerekse kitap alışverişimi sanal alemde yapıyor oluşumdan, kitabı rafa bırakıp çıkmıştım. Demek o zamanlar beyin hücrelerimin büyük bir kısmı hala yerindeymiş. Şimdi ilk 60 sayfayı o kadar hızla geçemedim. Elimdeki kitaba, bizim evin mütevazi kütüphanesinin müdürünün attığı tarih Nisan 2010. Kitabın popülaritesinin azalması ve kanımın tekrar ısınması epey zaman almış. Sipariş vermiş, almışım ama okumak için S.'nin bitirmesi ve beğenisini dile getirmesi gerekiyormuş.
Özel sürmenaj durumumdan kaynaklı olarak, kısa aralıklarla mizansen değiştiren kitaplara adapte olmakta zorlanıyorum. Açık söyleyeyim kitap için "müthiş" diyemem. Yazıldığı tarihten bu yana çok sayıda "parapsikoloji" temelli kitap yazılmış ve dizi çekilmiş olduğundan olabilir. Fringe seyreden bir insana  konu sıradan bile gelebilir. Evet akıcı bir dille, sıkmadan, tatlı tatlı detaylarına kadar anlatmış durumları, kişileri ve hatta kokuları ama itiraf ediyorum bir çok fizik teorisi bölümünü atladım. Olasılık hesaplarının doğru olup olmadığını da deli gibi merak ediyorum.
S.'nin aksine ben kitabın bittiğini düşünüyorum. Hatta adam "SON" diye gereksiz bir eski Türk  filmi tadı bile katmış.
Özetle benim açımdan, birçok kitap gibi hakkında söylenen koskocaman sözleri karşılamasa da, zevkle, merakla bir çırpıda okunabilecek sürükleyici bir roman.

E.


Olasılıksız
Adam Fawer
Türkçesi: Şirin OKYAYUZ YENER
A.P.R.I.L Yayıncılık, 2006, 472 sayfa

11 Haziran 2013 Salı

DÖNMEK MÜMKÜN OLSA, Marc Levy

Dönmek mümkün olsa gerçekten, yaşadığımız anlardan şuanda aldığımız hazzı alır mıydık? Aslında yaptığımız bazı 'yanlışlar', kırdığımız bazı potlar için ah keşke demişliğimiz vardır.. Ya da sevdiğimiz birini kaybedince keşke ile başlayan ve devamında 'daha çok vakit geçirebilseydik', 'zaman ayırsaydım' gibi cümleler üşüşür beynimize..

Marc Levy yine çok güzel heyecanlar yaşattı bana. Son 3-4 sayfasına kadar da heyecanı dorukta tutmayı başardı. Ve sonunda şaşırtmayı da ihmal etmedi.

Arka arkaya Marc Levy kitapları okuyunca, aynı 'aile' tarafından sarıp sarmalanıyormuşsun gibi geliyor bana. Sevgili yazarımızın hayal gücünün katlanarak genişlemesini ve daha çok kitap yazarak bizleri hayal dünyasına davet etmesini temenni ediyorum:)

E.'nin arka kapak konusunda daha önceden söylediklerine katıldığımı belirtmiştim. Okunmamalı! Bu kitabı da okumadan önce arka kapağa bakmadım bile. Okuduktan sonra bakınca doğru bir karar olduğunu yine gördüm. Kitabın gizemine balta vuruyor.

Bir de merak ediyorum, bir görüşte aşk mümkün mü diye.. Ne dersiniz?

S.


Dönmek Mümkün Olsa
Marc LEVY
Çeviri: Can Belge
Can Yayınları, Mart 2013, 292 sayfa