14 Haziran 2013 Cuma

İKİ TÜRK'ÜN ÖLÜMÜ, Sıtkı Uluç

Mart 2011...  Annem elinde Hürriyet gazetesi bana bir röportaj okuyor. Sıtkı Uluç eşinin annesini anlatıyor ve bir kitaptan bahsediyor. O gün bugündür girdiğim her sahafta arıyorum. Ah bir Taksim'e yolum düşse. Neyse ki "S." var. İlk İstanbul ziyaretinde alıp, önce okuyup, sonra bana gönderiyor.
Kitabın benim için özel bir anlamı vardı şimdi çok hoş bir de "doğum günü armağanı" anısı var. 
İki bölümde değerlendirebilirim kitabı. Nilgün Kışlalı'nın yaşamının anlatıldığı ilk bölümün 52. sayfasından itibaren göz yaşlarım sel oldu diyebilirim. Sabaha karşı 4 sularında salya sümük ağlarken iki sayfa sonra kahkaha atmaya başlayınca, sevgili eşimin benim için kaygılanması da kaçınılmaz oldu. Ahmet Taner Kışlalı'nın yaşamının anlatıldığı ikinci bölüm de su gibi akıyor. Ardından demeçler veren ve bugün hala yazan-çizen takımının içinde olanların neler dedikleri o zaman da ilgilendirmemişti beni hiç. Elbette Ahmet Taner Kışlalı'yı bilmeyenler için o bölümler de gerekli olabilir. Ben o dönemde aynı kampüste hukuk okuyordum. Ahmet Hoca'nın "Siyaset Bilimi" kitabını da almış, imzalatmaya fırsat bulamamıştım. 
İkinci bölümün en can alıcı yerleri Dolunay Kışlalı'nın bize çok yansımayan çetin  mücadelesi ve eşi Sıtkı Uluç'un 12 yıl sonra hala sıcaklığını koruyan bazı değerlendirmeleri. Geçtiğimiz günlerde Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınlanan bir yazı dizisinin kitabın 10 sene kadar gerisinden gelmesi de ayrıca ilginç.
Türkiye'nin 12 yıldır hala aynı sorunların içinde debeleniyor olması ise içler acısı.
Özetle ikinci bölüm çarpıcı ama kitabı bitirme süremi uzattı. Peşinden koşmamın esas sebebi olan ilk bölüm ise enfes. Keşke basımı yenilense ve bu harika "İki Türk'ü"  daha çok insan yakından tanıyabilse.


E.

İki Türk'ün Ölümü
Sıtkı Uluç
Ümit Yayıncılık, 2001, 464 sayfa

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder